Derin'in hikayesi, zamanın ötesinden, binlerce yıl öncesinin tozlu rüzgarlarından ve geleceğin bilinmez deryasından süzülen bir nağme gibidir.
Onun ruhunun derinliklerinde, hepimizin kalbinde yankılanan bir sır vardır.
Doğduğumuz o ilahi an, bizi varoluşun özüne, duruluğa yakınlaştırır.
Bu, bilincimizin en ücra köşelerinde, sıklıkla hissetmediğimiz fakat ruhumuzun merkezinde bekleyen ilahi kudretlerimizi keşfetmemizi sağlar.
Ancak bu saf ışık, toplumun bize çizdiği sınırlar ve beklentilerle zamanla perdelenebilir.
Toplumsal norml
Derin'in hikayesi, zamanın ötesinden, binlerce yıl öncesinin tozlu rüzgarlarından ve geleceğin bilinmez deryasından süzülen bir nağme gibidir.
Onun ruhunun derinliklerinde, hepimizin kalbinde yankılanan bir sır vardır.
Doğduğumuz o ilahi an, bizi varoluşun özüne, duruluğa yakınlaştırır.
Bu, bilincimizin en ücra köşelerinde, sıklıkla hissetmediğimiz fakat ruhumuzun merkezinde bekleyen ilahi kudretlerimizi keşfetmemizi sağlar.
Ancak bu saf ışık, toplumun bize çizdiği sınırlar ve beklentilerle zamanla perdelenebilir.
Toplumsal normların ağır zincirleri altında, bazen bir hiçlikle yüzleşiriz. Bu hiçlik, ilk başta ruhumuzu ürperten bir sessizlik gibi gelir; fakat aslında o, içsel benliğimize, ruhumuzun en derin katmanlarına doğru bir davettir.
Bu davetle özgürlüğümüzün izini süreriz; bazen kaybolurken bazen de kendimiz bilinçli bir şekilde saklanırız.
Ve bir gün, ansızın bir fikrin içinde, her sonun aslında bir başlangıç, her gidişin de bir dönüş olduğunu fark ederiz; işte o zaman durur, durulur, anlarız:
Alemin içinde bir Derin, Derin’in içinde bir alem vardır.