Jacqueline Rose giriş niteliğindeki bu eserde Batı kültüründe anneliği irdeliyor. “Miras aldığım bedensel veya zihinsel her tür derdin, hatta miras aldığım hemen her şeyin annemden geldiğini varsaymıştım,” diyen yazar, annelerin kişisel ve politik tüm başarısızlıkların sorumlusu tutulduğuna dikkat çekiyor. Rose edebiyattan, haberlerden ve geçmişten günümüze yaşam öykülerinden destek alarak Antik Yunan’a dönüyor, daha sonra 1950’lerin feminizmini selamlayarak günümüzde Elena Ferrante’nin “annelerinde” duruyor. Annelere mal edilen imkânsızlığın ağır yükünün boyu
Jacqueline Rose giriş niteliğindeki bu eserde Batı kültüründe anneliği irdeliyor. “Miras aldığım bedensel veya zihinsel her tür derdin, hatta miras aldığım hemen her şeyin annemden geldiğini varsaymıştım,” diyen yazar, annelerin kişisel ve politik tüm başarısızlıkların sorumlusu tutulduğuna dikkat çekiyor. Rose edebiyattan, haberlerden ve geçmişten günümüze yaşam öykülerinden destek alarak Antik Yunan’a dönüyor, daha sonra 1950’lerin feminizmini selamlayarak günümüzde Elena Ferrante’nin “annelerinde” duruyor. Annelere mal edilen imkânsızlığın ağır yükünün boyutlarını inceliyor: Mülteci anneler suçlu ilan edilir, fakir anneler bencildir; savaşın sembolü yas tutan annedir, ama savaşı protesto eden annelerin sesi kısılır; anneler tüm benliklerini çocuklarına adamalıdır ancak bedenen veya ruhen bundan çok fazla keyif almamalı ya da kamusal alanda sevgi taşkınlıkları göstermemelidir.
Rose çevremizi saran sistematik adaletsizlikten kaçmak için anneleri nasıl günah keçisi ilan ettiğimizi, tüm umut ve arzularımızı onlara yükleyip, aynı zamanda tüm hayal kırıklıklarımız ve başarısızlıklarımızdan da nasıl onları sorumlu tuttuğumuzu ve yine bunları düzeltme görevini nasıl onlardan beklediğimizi gösteriyor.