İsveç’te bir kış akşamı, üç genç, İslam’a ve Hz. Muhammed’e hakaret içeren çalışmalarıyla ünlenen bir karikatüristin söyleşisinin olduğu kitapçıya terör saldırısında bulunur. Ancak saldırının ortasında, aralarında olayı kayda almakla sorumlu olan genç kadın garip bir dejavu hissine kapılıp büyük bir hata yaptıklarını düşünerek olayların gidişatını değiştirir.
İki yıl sonra bir yazar, adli psikiyatri kliniğine yatırılan bu kızın görüşme talebini kabul eder. Bir teröristle görüşmekte isteksiz olsa da birdenbire İsveç'te ortaya çıkıp bir terör eylemine karışan, pasaportundaki adını hatırlamayan ve ana dilini konuşamayan bu Belçikalının kim olduğunu, ondan ne istediğini merak etmiştir. Sorularına karşılık kız onunla bir sırrını paylaşı
İsveç’te bir kış akşamı, üç genç, İslam’a ve Hz. Muhammed’e hakaret içeren çalışmalarıyla ünlenen bir karikatüristin söyleşisinin olduğu kitapçıya terör saldırısında bulunur. Ancak saldırının ortasında, aralarında olayı kayda almakla sorumlu olan genç kadın garip bir dejavu hissine kapılıp büyük bir hata yaptıklarını düşünerek olayların gidişatını değiştirir.
İki yıl sonra bir yazar, adli psikiyatri kliniğine yatırılan bu kızın görüşme talebini kabul eder. Bir teröristle görüşmekte isteksiz olsa da birdenbire İsveç'te ortaya çıkıp bir terör eylemine karışan, pasaportundaki adını hatırlamayan ve ana dilini konuşamayan bu Belçikalının kim olduğunu, ondan ne istediğini merak etmiştir. Sorularına karşılık kız onunla bir sırrını paylaşır: başka bir zamandan, gelecekten geldiğini. Kızın gizemini çözmeye çalışan yazar, kendini hayal edebileceğinden daha korkunç bir atmosfer içinde bulur. Bahsettiği distopik gelecekte, Müslümanlar ve diğer azınlık gruplar yani sözde “İsveç düşmanları”, “Tavşanlı Bahçe” adlı korkunç bir gettoda yaşamaya zorlanmakta ve türlü işkencelere maruz kalmaktadır.
Uganda asıllı İsveçli yazar Johannes Anyuru’nun ödüllü romanı Annelerinin Gözyaşlarında
Boğulacaklar spekülatif kurgunun yaratıcılığının, günümüzün sert politik gerçekleriyle birleştiği cesur bir anlatı. Guantanamo’da ve Ebu Gureyb Cezaevi’nde yapılan işkencelerin, Charlie Hebdo Saldırısı’nın ve göçmen karşıtı histerinin yankılarının duyulduğu bu romanda yazar, şiirsel üslubuyla inancın mistik güzelliğini ve daha iyi bir gelecek umudunu da okurlara duyurmayı başarıyor.