Kilise duvarının üzerindeki el izlerini görebilen bir yazar Özge Kılıçoğlu. Ay'da yürür gibi, ayakları yere değmeden tüy uçuşuyla geziniyor geçmişin an'ları üzerinde. Öykünün ana yollarında gezinmek yerine, kılcal damarlara benzeyen ara yollarına sapan tutumuyla yazar, öykücülüğümüze ilk kitabıyla güçlü bir giriş yapıyor. Koca bir boşluğa benzeyen evrene hepimizin cebimizden çekilmesi, çağımızın bitimsiz bir baş dönmesiyle süre giden devinimi, duvarların, içinden ve dışından çekilmek suretiyle genişlemesi ama yok olmaması... Özge Kılıçoğlu bunları anlatmıyor okura, adeta saçından, kolundan tutup çekiyor anaforun dibine.
Okuru yazanın kendisi kılan, kendisine söylediklerini işittiren, mesafesiz, dur duraksız bir sorgulama. Bir içerisi ve dışarısı kalmayıncaya kadar... Yeter'lerle ve yetmez'lerle doldukça çocuk göğsü, çömelecek yer kalmayan bir anılar dolabının en dibinde, karanlıkta oturan orta yaş, aydınlığa da inanmıyor. Baba bir kez ölmüş, anneye içilen şaraplar ve şiirler de...
Babam İntihar Etmemişti, zor ve iyicil olmayan okurlarına sesleniyor.