Kaç adım kaldı hasada? Kaç acı, kaç yalan? Artık ayrımına varamıyorum. Yaşadıklarımı mı yazıyorum, yoksa yazdıklarımı mı yaşıyorum? Gerçek ve yalan yekpare. Kâğıdın kadınsı hazzını mı, kalemin erkeksi iktidarını mı yaşıyorum bilmiyorum. Yaratmanın sancısına katlanıyorum marazi bir tutkuyla. Direniyorum gerçeğe; ipotekli kimliğime, aşka, dinlere, insanlara... Sadece burada yaşıyorum. Yeni öykülerin kükürtlü rayihasına bırakıyorum kendimi. Biliyorum oradalar. Bekliyorlar beni. Çalılar, dikenler muttasıl. Aşıyorum bir bir kanayarak. Hasat zamanı nihayet... Yılın sonunda yepyeni bir yıl. Ellerimle topluyorum. Dolduruyorum sepetime, zihnimde yetiştirdiğim kötücül mantarları.
KÖTÜCÜL MANTARLAR'dan...
Tunç Kurt'un öykülerinde buram buram Ege var, büyük şehirde küçücük kalmış bireyin yalnızlığı var, bir öykü kahramanı olarak yazar var, babanın getirdiği helvayla bayram havası yaşanan çocukluk var, geçmişin gölgesinde yitirilen akıldan kalan kırıntılarla tüketilen yaşlılık var, en kötü durumda bile gülümseten mizah var... Ama yılgınlık yok, kasvet yok, çatık kaşlı bir bilmişçilik yok, karanlık yok. ?Bay Prada Nasıl Öldürüldü", steril hijyenbeyazı ya da gamlı baykuş kabuskarası bir kitap değil; o tam da yazarın istediği gibi vakurgrisi bir X. Ak ve Kara arasındaki bilinmez X'i keşfetmek için yol sizi çağırıyor. İyi yolculuklar...
Mehmet Fırat Pürselim