“Sartre’ın İstanbul’a geldiği günlerden biriydi. Haki yeşil paltoma sarılmışım babanne. Karaköy’den aşağı, dişlerime kilitlediğim pipomu inceden tüttürerek yürüyorum. Yağmur ha yağdı ha yağacak. Koltuğumun altında bütün heybetiyle duran Özgürlük Yolları. Öyle işte, duruverdim bakkal amcanın tezgâhının dibinde. Önce başımdaki fötr şapkayı düzelttim, ardından pipomu parmaklarımın arasına aldım. Gazetenin köşesinde küçücük bir yazı… Yani şimdi, tam da bu saatte, özlemişken yürümeyi ben, ah ben, Sartre bütün derinliğiyle Pera Palas’ın kapısından
“Sartre’ın İstanbul’a geldiği günlerden biriydi. Haki yeşil paltoma sarılmışım babanne. Karaköy’den aşağı, dişlerime kilitlediğim pipomu inceden tüttürerek yürüyorum. Yağmur ha yağdı ha yağacak. Koltuğumun altında bütün heybetiyle duran Özgürlük Yolları. Öyle işte, duruverdim bakkal amcanın tezgâhının dibinde. Önce başımdaki fötr şapkayı düzelttim, ardından pipomu parmaklarımın arasına aldım. Gazetenin köşesinde küçücük bir yazı… Yani şimdi, tam da bu saatte, özlemişken yürümeyi ben, ah ben, Sartre bütün derinliğiyle Pera Palas’ın kapısından içeri sokuluyordur.”
Aşk, kurmaca, zaman, rüya, hayal... Nerede başlar, nerede biter? İnsan cevabı bilinmeyen ya da hiç olmayan soruların ardına düştüğünde kendi soluğunu da peşinden sürükler mi?
Bu Demin Garazı, bazen zamana hapsolarak bazen zamanın ötesine geçerek yürünen dikenli bir yol, çıkışı belirsiz içsel bir yolculuk. Ama hep bir arayışla, daha çok umutla yürünen bir yolculuk.
Ömer Öztürk, öykü türündeki ilk kitabında dilin şiirselliğini kendine kılavuz ederek Sartre'den izlerle örülü on iki öykülük böyle bir yolculuğa davet ediyor okurunu.