Bir bütün gün sudan uzaklaşıp katışıksız çöle doğru gittik ve alacakaranlıkta, nesnelerin dış hatlarını kırmızımsı parlak bir aylayla vurgulayan, yuvarlak, kırmızı ve alçak güneşin karşısına kamp kurduğumuzda, korkudansa üzüntüye gark olarak, vardığımız yerin ıssızlığın tam merkezi olduğu izlenimine kapıldım. Pek yakında gecenin yutacağı bu düz toprak üstünde, bu yabancı, insanı ezen ve hor gören güneşin altında, bizden başka hiçbir canlının bulunmadığını düşündüm bir süre. Tüm ufku inceledim de ne rüzgârın dövdüğü eğik otlarınkinden başka hareket ne güneyden gelen dond
Bir bütün gün sudan uzaklaşıp katışıksız çöle doğru gittik ve alacakaranlıkta, nesnelerin dış hatlarını kırmızımsı parlak bir aylayla vurgulayan, yuvarlak, kırmızı ve alçak güneşin karşısına kamp kurduğumuzda, korkudansa üzüntüye gark olarak, vardığımız yerin ıssızlığın tam merkezi olduğu izlenimine kapıldım. Pek yakında gecenin yutacağı bu düz toprak üstünde, bu yabancı, insanı ezen ve hor gören güneşin altında, bizden başka hiçbir canlının bulunmadığını düşündüm bir süre. Tüm ufku inceledim de ne rüzgârın dövdüğü eğik otlarınkinden başka hareket ne güneyden gelen dondurucu esintinin ıslığından başka ses duyabildim. Bu çölde bol bol yaşamın, yalnızca hayvan yaşamının da değil, göçebe ve yalnız insan yaşamının da olduğunu bilmeme karşın, bu görünümün insanlık dışı esintisi yüreğimi titretiyordu.
1804’te, Arjantin’in uçsuz bucaksız çayırlarında, Paris’teki tahsilini henüz bitirmiş genç bir psikiyatrist olan Doktor Real ile beraberindeki beş akıl hastası, kendilerine eşlik eden küçük muhafız birliğiyle Buenos Aires’in kuzeyinde inşa edilen Akıl Hastanesi’ne doğru on beş gün sürecek bir yolculuğa çıkarlar. Kızılderili saldırıları, büyük çöl fırtınalarıyla yangınlar, ama en başta da akıl hastalarının aşırılıklarıyla sınanan bu zorlu yolculuk, kitabın anlatıcısı Doktor Real tarafından otuz yıl sonra kâğıda dökülür. Bu anlatı, Saer’in kaleminde ise âdeta bir göç, hatta bir sürgün alegorisine dönüşür.
Juan José Saer’in yaşamının son dönem eserlerinden olan Bulutlar, Orçun Türkay’ın çevirisiyle…