“Her hikâyenin bir kaderi vardı...”
Mario Levi, hikâyelere tutkun bir yazarın evreninde, farklı tarihlerde ve mekânlarda, birbirlerinden habersiz şekilde bir araya gelen iki zaman yolcusunun peşine düşüyor; tanıdık fısıltılar hikâyenin de, kahramanın da kaderini belirliyor: Beyoğlu’nun ve Büyükada’nın sokaklarında, sepya fotoğraflardan yansıyan yakın geçmişin acı tatlı hatıraları arasında yol alan Çünkü Fısıltılar Vardı, yaşamın karşısına kurguyu, kurgunun karşısına insanın hakikatini koyarken gerçeğin perdesini adım adım kaldıran bir novella.
Her ilişkiye mazinin silineme
“Her hikâyenin bir kaderi vardı...”
Mario Levi, hikâyelere tutkun bir yazarın evreninde, farklı tarihlerde ve mekânlarda, birbirlerinden habersiz şekilde bir araya gelen iki zaman yolcusunun peşine düşüyor; tanıdık fısıltılar hikâyenin de, kahramanın da kaderini belirliyor: Beyoğlu’nun ve Büyükada’nın sokaklarında, sepya fotoğraflardan yansıyan yakın geçmişin acı tatlı hatıraları arasında yol alan Çünkü Fısıltılar Vardı, yaşamın karşısına kurguyu, kurgunun karşısına insanın hakikatini koyarken gerçeğin perdesini adım adım kaldıran bir novella.
Her ilişkiye mazinin silinemez izleriyle girdiğimizi yok yere söylemiyorum. Mesele o mesele işte. Bazen bir koku, bazen bir görüntü bir yere gitmenize imkân vermemiş miydi? Bu seferki bir ses. Kimliği belirsiz bir hayaletin sesi. Yıllarca köşesinde gizlenmiş Melih Bey’e beklenmedik bir şekilde kendini duyuran… Bir fısıltı halinde. Fısıltının hakkını verircesine sadece onun duyduğu. Bir çığlığı da andırdığı halde…