Burçe Bahadır, Deliliğe Zarif Bir Giriş adlı öykü kitabında ışıklı kulede güvenlik görevlisi olma hayaliyle yanıp tutuşan gencin, adını ancak haberlerde duyduğu diyarlarda doktorluk yapan genç kadının, gitmekle kalmak arasında bir ömür sallanıp durmuş kadınların, sevecen ama ‘suçlu’ dedelerin, geleneklere çıkan yola kendini gömen Miyase’nin, hesabı divana kalmış Prenses Diana’nın ve tüm çocukların düşlerine çöreklenmiş karakoncolosların resmini çizerken, bütün bunların ‘normal’ bir akılla anlatılamayacağının da farkında. Her gün biraz daha dayanılmaz bir yer haline gelen dünyamıza, incelikle delirmeden katlanabilmek mümkün mü? Duruşu, tavrı kadar öyküleriyle de kadınlardan, çocuklardan ve yaşamdan yana olan yazar, gerçekliği normalleştir
Burçe Bahadır, Deliliğe Zarif Bir Giriş adlı öykü kitabında ışıklı kulede güvenlik görevlisi olma hayaliyle yanıp tutuşan gencin, adını ancak haberlerde duyduğu diyarlarda doktorluk yapan genç kadının, gitmekle kalmak arasında bir ömür sallanıp durmuş kadınların, sevecen ama ‘suçlu’ dedelerin, geleneklere çıkan yola kendini gömen Miyase’nin, hesabı divana kalmış Prenses Diana’nın ve tüm çocukların düşlerine çöreklenmiş karakoncolosların resmini çizerken, bütün bunların ‘normal’ bir akılla anlatılamayacağının da farkında. Her gün biraz daha dayanılmaz bir yer haline gelen dünyamıza, incelikle delirmeden katlanabilmek mümkün mü? Duruşu, tavrı kadar öyküleriyle de kadınlardan, çocuklardan ve yaşamdan yana olan yazar, gerçekliği normalleştirmek yerine incecik deliren kahramanlarının kabullenmeme tavrını öne çıkartıyor. Işıklı kulenin, sevecen dedelerin ya da Koncolos’un kurt pençelerine karşı durmaktan, gerekirse zarifçe delirmekten ama ‘yeter’ demekten yana. Öyküleri umudu çoğalttığı kadar insan denen varlığa da inanç taşıyor.