Dünyanın farklı coğrafyalarında yolumuz kesişti onlarla. Kâh Gürcistan'ın kendi hâlindeki bir köyünde kâh Kırımyarımadasında kâh Bounes Aires sokaklarında kâh Orta Asya'nın sonsuz bozkırlarında. Her seyahatte, "Acaba burada dünyanın kahrını çekmiş kimler vardır?" düşüncesi o çilekeş hayatları kabuğundan çekip çıkararak, herkese duyurmanın verdiği gazetecilik heyecanıyla birleşti. Gittiğim her ülkede onların izini sürdüm. Dinlediğim hikâyeler bir yönüyle destansı olsa da bir diğer yandan da dert yüklü ve ibretlikti. Bütün bu hikâyelerde yakın tarihten kesitler vardı. O yakın tarih biraz Türklerin, biraz Rusların, biraz Yahudilerin ve biraz da Ermenilerin yaşanmışlıklarından izler taşıyordu. Başka bir ifadeyle neredeyse her öyküde karşımıza biraz Osmanlı çıkıyordu. Anlatılan, bazen çoğunlukla Osmanlı'nın hoşgörüsü, eşsiz devlet sistemi bazen de onun tarih sahnesinden çekilmesiyle ödenen faturalardı. Ne ilginçtir ki bugün Şili'nin Santiago'suna da gitseniz, Arjantin'in Bounes Aires'ine de uğrasanız, yolunuz Rusya'dan da geçse, Uzak Doğu'ya uzanıp Malezya'nın Kuala Lumpur'una da uğrasanız, Güney Afrika'da da dolaşsanız bir şekilde yolunuza Osmanlı çıkıyor. Aradan geçen asır, Cihan devletinin izlerini ve etkisini silmeye yetememiş. Hâlâ onun yaptıkları anlatılıyor, yıkılışına ağlanıyor.Dünyanın farklı noktalarından farklı kimlikli insanların Anadolu insanına bakışını görebilmek içinokunması gereken bir kitap.