“Sanatkâr, lisanın denizine kendi kanını katmak ihtiyacını duyan ve kalbinin ateşini teskin için bu umman içine dalan bir mahluktur,” diyor Abdülhak Şinasi Hisar. Hisar’ın Everest’teki külliyatı, bu kavrayışla ve ayrıca sanatçıyı bir mütefekkir, bir yol gösterici olarak gören bir tavırla kaleme aldığı kurmaca dışı yazılarının yayımlanmasıyla büyüyor. Edebiyat Yazıları 2, daha evvel yayımlanan Edebiyat Yazıları 1’in tamamlayıcısı niteliğinde. “Romana Dair”, “Şiire Dair”, “Tenkide ve Tercümeye Dair” ve “İlgili Söyleşiler” başlıklı dört bölümden oluş
“Sanatkâr, lisanın denizine kendi kanını katmak ihtiyacını duyan ve kalbinin ateşini teskin için bu umman içine dalan bir mahluktur,” diyor Abdülhak Şinasi Hisar. Hisar’ın Everest’teki külliyatı, bu kavrayışla ve ayrıca sanatçıyı bir mütefekkir, bir yol gösterici olarak gören bir tavırla kaleme aldığı kurmaca dışı yazılarının yayımlanmasıyla büyüyor. Edebiyat Yazıları 2, daha evvel yayımlanan Edebiyat Yazıları 1’in tamamlayıcısı niteliğinde. “Romana Dair”, “Şiire Dair”, “Tenkide ve Tercümeye Dair” ve “İlgili Söyleşiler” başlıklı dört bölümden oluşan bu kitap, Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1921-1955 yılları arasında kaleme aldığı, edebî türlerin niteliklerine odaklanan yazılarının yanı sıra kendisiyle 1943-1963 yılları arasında edebî türler üzerine yapılmış söyleşileri de bir araya getiriyor.
Edebî eserin meydana gelişi o kadar bir fikir hadisesinden ibaret değildir ki, bu hatta sadece bir sanat meselesi bile sayılamaz. O daima bunlara hükmeden bir vakıadır. Münekkitler bu ibda hadisesini tetkik edebilirler fakat onu birtakım şartlara ve kayıtlara bağlayamazlar. Edebî bir eserin doğuşuna evvelinden şartlar koşmak, ancak onun ölü doğmasına sebep olabilir.