“Meğer ne çok fiyonk varmış giysilerimizde, anılarda, İstanbul’da... Yaşanan her heyecanda, algılanan her renkte, geçilen her sokakta, okunan her kitapta, izlenen her filmde, çevrilen her dergide, kurulan her hayalde... Ayrıntıları biriktirdikçe fiyonklu bir İstanbul dürbününden bakıyorum geriye, giysilerin penceresinden...” Evde dikilen mantolarla arşınlanan Sultanahmet sokakları… En güzel çocukluk ve gençlik günlerinin kaldırımlarına işlendiği Bostancı; sahili, sokakları, esnafı… Eski güzel, yeşil günleriyle bize sayfaların ardından göz kırpan Beyoğlu; büyüleyici vitrinleriyle İstiklal Caddesi mağazaları, İnci Pastanesi. Bir çocuğun gözpınarlarına dolan berrak deniziyle Kadıköy-Eminönü yolculukları… Renkleriyle insana dinginlik veren B
“Meğer ne çok fiyonk varmış giysilerimizde, anılarda, İstanbul’da... Yaşanan her heyecanda, algılanan her renkte, geçilen her sokakta, okunan her kitapta, izlenen her filmde, çevrilen her dergide, kurulan her hayalde... Ayrıntıları biriktirdikçe fiyonklu bir İstanbul dürbününden bakıyorum geriye, giysilerin penceresinden...” Evde dikilen mantolarla arşınlanan Sultanahmet sokakları… En güzel çocukluk ve gençlik günlerinin kaldırımlarına işlendiği Bostancı; sahili, sokakları, esnafı… Eski güzel, yeşil günleriyle bize sayfaların ardından göz kırpan Beyoğlu; büyüleyici vitrinleriyle İstiklal Caddesi mağazaları, İnci Pastanesi. Bir çocuğun gözpınarlarına dolan berrak deniziyle Kadıköy-Eminönü yolculukları… Renkleriyle insana dinginlik veren Büyükada… Gül İrepoğlu, 20. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da yaşamış herkesin kendinden bir parça bulacağı kitabı Fiyonklu İstanbul Dürbünü’nde kendi çocukluğundan başlıyor anlatmaya. Kişisel
tarihini okura açtıkça öznel tarihi bir İstanbul panoramasına dönüşüyor. O eşsiz anlatımıyla anılarına can verdikçe İstanbul sokaklarından esen rüzgâr kulaklarımıza, girip çıktığı mağazalardaki kumaş kokuları burnumuza doluyor. Ve
giysilerden, müzikten, eski eşyalardan, mücevherlerden bir şehrin yakın tarihi yansıyor.