“Ne bir anne olan ne de evi çekip çeviren” bir kadının erkeğin gözünde değeri nedir?
Kadın, erkekle her anlamda eşit olduğunda, bu iki cins birbirine arkadaşlıktan başka ne his besleyebilir?
Acaba o kutsal dediğimiz “annelik” bir pranga mıdır kadınlar için?
Belirgin farkların olmadığı bir dünyada yaşamaya değer bir şey var mıdır?
Bu sorular eşliğinde ilerleyen “Geleceğin Cumhuriyeti” adlı ilk dönem feminist ütopya, birinci feminist dalganın aslında günümüze ait temalara ne denli derinlemesine indiğinin göstergesidir. Anna Bowman Dodd (1858 – 1929), ilk dönem feministlerinin muhafazakar duruşlu figürü olarak literatürde kendine yer bulmaktadır.
1887 yılında yayımlanan bu kısa distopik hikaye ile 2050 yılında
“Ne bir anne olan ne de evi çekip çeviren” bir kadının erkeğin gözünde değeri nedir?
Kadın, erkekle her anlamda eşit olduğunda, bu iki cins birbirine arkadaşlıktan başka ne his besleyebilir?
Acaba o kutsal dediğimiz “annelik” bir pranga mıdır kadınlar için?
Belirgin farkların olmadığı bir dünyada yaşamaya değer bir şey var mıdır?
Bu sorular eşliğinde ilerleyen “Geleceğin Cumhuriyeti” adlı ilk dönem feminist ütopya, birinci feminist dalganın aslında günümüze ait temalara ne denli derinlemesine indiğinin göstergesidir. Anna Bowman Dodd (1858 – 1929), ilk dönem feministlerinin muhafazakar duruşlu figürü olarak literatürde kendine yer bulmaktadır.
1887 yılında yayımlanan bu kısa distopik hikaye ile 2050 yılında New York’ta bir sosyalist dünyanın sorgulamasını yapan Dodd, aşırı eşitlikçi bir feminizmi de sorgulamaya alır. Bu anlamda sorgulamaları bazı noktalarda dindar bir karşı çıkıştan ziyade, liberal bir feminizmi andırır.
Fihrist olarak, “feminist ütopyalar” dizisinin temel amacı feminist yazının kökenlerine inip bu denli zengin literatürdeki farklı sesleri ortaya çıkarmaktı. Türkçeye ilk defa kazandırdığımız bu eserler ile düşünce zenginliğine katkıda bulunduğumuzu hissetmek, bizim en büyük mutluluğumuz. İyi okumalar dileriz.
Ömer Alkan