Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin hayatı ve öğretilerinin özünü tek bir kelimeyle ifade edebiliriz: aşk. Bu aşk, çoğunluğun aşina olduğu romantik veya ailevi sevgiden öte, maddi dünyayı aşan ve ruhun Yaratıcı ile birlik arzusunun derinliklerine dokunan kapsayıcı, ilahi bir aşktır. Rûmî’nin hayatı, bu sınırsız aşkın bir tezahürüydü ve özellikle Mesnevî adlı eseri, yüzyıllar sonra bile dünya çapında insanlara ilham vermeye devam ediyor.
30 Eylül 1207’de Belh şehrinde doğan Rûmî, büyük bir âlim ve “Sultânü’l-Ulemâ&
Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin hayatı ve öğretilerinin özünü tek bir kelimeyle ifade edebiliriz: aşk. Bu aşk, çoğunluğun aşina olduğu romantik veya ailevi sevgiden öte, maddi dünyayı aşan ve ruhun Yaratıcı ile birlik arzusunun derinliklerine dokunan kapsayıcı, ilahi bir aşktır. Rûmî’nin hayatı, bu sınırsız aşkın bir tezahürüydü ve özellikle Mesnevî adlı eseri, yüzyıllar sonra bile dünya çapında insanlara ilham vermeye devam ediyor.
30 Eylül 1207’de Belh şehrinde doğan Rûmî, büyük bir âlim ve “Sultânü’l-Ulemâ” olarak bilinen Bahâeddîn Veled’in oğluydu. Babasının itibarı ve ailesinin ilim dolu ortamı, Rûmî’nin hem zahirî hem de batınî ilimlerde kendini geliştirmesine olanak sağladı. Babasının yanında çıktığı uzun göç yolculuğu, onun ilim ve irfanını daha da pekiştirdi. Ancak Rûmî’nin hayatındaki en önemli dönüm noktası, Şems-i Tebrizî ile tanışmasıydı. Şems’in etkisiyle, Rûmî ilahi aşkın derinliklerini keşfetti ve en büyük eseri olan Mesnevî’yi kaleme aldı.
Rûmî’nin hayatı, sadece ilim ve irfanla değil, aynı zamanda derin bir sevgi ve hoşgörüyle de şekillendi. Anadolu’nun Konya şehrinde uzun yıllar yaşayan Rûmî, burada birçok talebe yetiştirdi ve insanlara Allah aşkını ve yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmeyi öğütledi. 17 Aralık 1273 tarihinde vefat eden Rûmî, bu tarihi “Şeb-i Arûs” yani “düğün gecesi” olarak adlandırmış ve ölümünü sevgiliye kavuşma olarak görmüştü.