Olağanüstü bir şey oldu o zaman: Birden başını avuçlarının arasına aldığını, hıçkırmaya başladığını gördüm. Yapmacıktan söz edilemezdi artık; tüm bedenini sarsan gerçek hıçkırıklardı bunlar, parmaklarını ıslattığını, yanaklarına aktığını gördüğüm gözyaşları gerçek gözyaşlarıydı, bir yandan da çılgınca bir sesle yineleyip duruyordu: “Karım beni sevmiyor artık! Karım beni sevmiyor artık!”
Kadınlar Okulu, toplumsal ve bireysel ahlakın en önemli ölçütü olarak bireyin içtenliğini ve kendini tanıması gerekliliğini vurgulayan André Gide’in bu görüşünü en açık biçimde ortaya koyduğu eserlerden biri olarak çıkar karşımıza. Burjuva bir ailenin 1894-1936 yılları arasında üç ayrı bireyi tarafından kendi bakış açılarından anlatılan hikâye
Olağanüstü bir şey oldu o zaman: Birden başını avuçlarının arasına aldığını, hıçkırmaya başladığını gördüm. Yapmacıktan söz edilemezdi artık; tüm bedenini sarsan gerçek hıçkırıklardı bunlar, parmaklarını ıslattığını, yanaklarına aktığını gördüğüm gözyaşları gerçek gözyaşlarıydı, bir yandan da çılgınca bir sesle yineleyip duruyordu: “Karım beni sevmiyor artık! Karım beni sevmiyor artık!”
Kadınlar Okulu, toplumsal ve bireysel ahlakın en önemli ölçütü olarak bireyin içtenliğini ve kendini tanıması gerekliliğini vurgulayan André Gide’in bu görüşünü en açık biçimde ortaya koyduğu eserlerden biri olarak çıkar karşımıza. Burjuva bir ailenin 1894-1936 yılları arasında üç ayrı bireyi tarafından kendi bakış açılarından anlatılan hikâyesi, dünyayı kendini var etme aracı olarak gören bir adamın ve kendini onun üzerinden yeniden tanımlamaya çalışan bir kadının yirmi yıllık beraberliğinin güncesi gibidir adeta.
Belirli bir zamanı ve mekânı temel alarak toplumsal ve bireysel olanın birleştiği noktaları ustalıkla yansıtan Gide, bu romanında da, ülkesinin kültürel nabzını 20. yüzyılın politik ve ekonomik gelgitleri arasında son derece isabetli biçimde tutmayı başarıyor.