Ludwig Wittgenstein 20. yüzyılın başlarında dilimizin sınırlarının dünyamızın sınırları olduğunu ilan ettiğinde felsefe ve sosyal bilimlerde etkisi günümüze dek sürecek "dile dönüş" hareketinin fitilini ateşledi. Bu ilan yalnızca akademik çevrelerde yankılanmakla kalmadı, insanın kim olduğu, dünyadaki yeri ve varoluşun anlamına dair derin, hatta zaman zaman çıkmazlara sürükleyen tartışmalara da kapı araladı. Dilin, düşünce ufkumuzu ve yaratıcılığımızı sınırladığı düşüncesi bir yandan umutsuzluğa neden olurken diğer yandan bu sınırlarda keşfedilmeyi bekleyen sınırsız bir yaratıcı gücün yattığı fikri de filizlenme
Ludwig Wittgenstein 20. yüzyılın başlarında dilimizin sınırlarının dünyamızın sınırları olduğunu ilan ettiğinde felsefe ve sosyal bilimlerde etkisi günümüze dek sürecek "dile dönüş" hareketinin fitilini ateşledi. Bu ilan yalnızca akademik çevrelerde yankılanmakla kalmadı, insanın kim olduğu, dünyadaki yeri ve varoluşun anlamına dair derin, hatta zaman zaman çıkmazlara sürükleyen tartışmalara da kapı araladı. Dilin, düşünce ufkumuzu ve yaratıcılığımızı sınırladığı düşüncesi bir yandan umutsuzluğa neden olurken diğer yandan bu sınırlarda keşfedilmeyi bekleyen sınırsız bir yaratıcı gücün yattığı fikri de filizlenmeye başladı.
Modern dilbilimin kurucularından biri sayılan Noam Chomsky, insana özgü bu yaratıcılığın bugün bir bilimin konusu hâline gelişinde başrolü paylaşan isimlerin başında geliyor. Dilin bir iletişim aracından ibaret olmadığını, insan zihninin evrensel, sonsuzcasına üretken ve yaratıcı yapılarına açılan bir pencere olduğunu savunan Chomsky bu alanda ortaya koyduğu çalışmalarla bilim ve felsefe dünyasında bir devrim yarattı.
Kartezyen Dilbilim işte bu devrimin beslendiği düşünsel kökleri ortaya koyuyor: Descartes’tan Humboldt’a, Port-Royal dilbilgisi uzmanlarından 19. yüzyılın tarihe mal olmuş diğer büyük düşünürlerine kadar uzanan bir çizgide, dilin doğuştan gelen evrensel yapılarının olabileceği fikrinin felsefe tarihindeki izlerini sürüyor. Dilbilim ve felsefeden örneklerle dil ile zihin arasındaki ilişkiyi tartışan bu eser, insan dilinin yalnızca teknik bir yapı değil, aynı zamanda felsefi bir gizem olduğunu gözler önüne seriyor.