Bir âlemin bireyleri olarak ne bir başlangıç ne bir sonuz, sistemler içinde bir sistemiz, bir yandan görünen doğaya karışıp giderken bir yandan da daha yüksek bir doğanın akışında ilerleyebiliriz. İnsan varlığımız nasıl doğadaki ışıktan beslenip ışığa doğru gidiyorsa daha üst doğada da aynısını yapabilir ve içimizdeki tanrısal özü görüp o ışığa karışabiliriz.
Hepimiz varlıksal yuvasına dönmek üzere yola çıkan yolcularız. Tanrısal düzen yolcuyu hazırlar, deneyimlerden geçirir. Yolculuğun göreceli sonu, yolun da yolcunun da aynı bütünü oluşturduğunu anlamasıdır. Yolda yardım eden özümüzdür, hiç
Bir âlemin bireyleri olarak ne bir başlangıç ne bir sonuz, sistemler içinde bir sistemiz, bir yandan görünen doğaya karışıp giderken bir yandan da daha yüksek bir doğanın akışında ilerleyebiliriz. İnsan varlığımız nasıl doğadaki ışıktan beslenip ışığa doğru gidiyorsa daha üst doğada da aynısını yapabilir ve içimizdeki tanrısal özü görüp o ışığa karışabiliriz.
Hepimiz varlıksal yuvasına dönmek üzere yola çıkan yolcularız. Tanrısal düzen yolcuyu hazırlar, deneyimlerden geçirir. Yolculuğun göreceli sonu, yolun da yolcunun da aynı bütünü oluşturduğunu anlamasıdır. Yolda yardım eden özümüzdür, hiç kimse bize yardım edemez, yardımı yine kendimizden alırız. Yardım varlığımız için hazırda olan yasalar, kurallardır. Işık olmak denen şey yasanın kendisi olmaktır. Oyunun kurallarını bildikçe oyalanmayı bırakırız, varlığımızı güçlendiririz. Böylece yolu biraz daha kısaltmış, biraz daha parlamış oluruz.
Gurdjieff misali yollara düşen Cüneyt Gültakın, doğunun doğusuna varmak ve daha çok ışık olmak için, yanıtlarını ne dinde ne de bilimde bulamadığımız soruların cevaplarını Kadim Bilgeliğin, Ezoterizm’in ışığında arıyor, Kendini Bilme’ye ışığını düşürmeye çalışıyor.
Bu kitabın kadim bir çağrısı var, Hermes’in kalbinden gelen: “Ah, izin vermeyin sönmesine alevin! Karanlık mağarasında, kutsal tapınaklarında asırlardır üzerine titrenen, aşkın saf hizmetkârlarınca beslenen alevin, izin vermeyin sönmesine!”