SAMO TOMSIC, Slovenya'daki Ljubljana Üniversitesi'nde felsefe eğitimi aldı ve 2008 yılında doktorasını tamamladı. Araştırma alanları arasında siyaset felsefesi, yapısalcılık ve postyapısalcılık, eleştirel teori, epistemoloji ve teorik psikanaliz yer almaktadır. Almanya'ya taşınmadan önce Slovenya Bilim ve Sanat Akademisi Bilimsel Araştırma Merkezi'nde (Ljubljana, 2003-2010) ve Jan van Eyck Akademisi'nde (Maastricht, 2009-2010) çalıştı. Daha sonra Berlin Humboldt Üniversitesi Alman Edebiyatı Enstitüsü'nde Alexander von Humboldt bursiyeri (2011-2013) ve Humboldt Üniversitesi'nin Image Knowledge Gestaltung araştırmasında araştırma görevlisi (2014-2018) olmuştur. Ç
SAMO TOMSIC, Slovenya'daki Ljubljana Üniversitesi'nde felsefe eğitimi aldı ve 2008 yılında doktorasını tamamladı. Araştırma alanları arasında siyaset felsefesi, yapısalcılık ve postyapısalcılık, eleştirel teori, epistemoloji ve teorik psikanaliz yer almaktadır. Almanya'ya taşınmadan önce Slovenya Bilim ve Sanat Akademisi Bilimsel Araştırma Merkezi'nde (Ljubljana, 2003-2010) ve Jan van Eyck Akademisi'nde (Maastricht, 2009-2010) çalıştı. Daha sonra Berlin Humboldt Üniversitesi Alman Edebiyatı Enstitüsü'nde Alexander von Humboldt bursiyeri (2011-2013) ve Humboldt Üniversitesi'nin Image Knowledge Gestaltung araştırmasında araştırma görevlisi (2014-2018) olmuştur. Çalışmalarını Humboldt Üniversitesi'nde Matters of Activity adlı bölümde sürdürmektedir. Görüntü, Mekân, Malzeme (2019'dan beri). Nürnberg Güzel Sanatlar Akademisi'nde misafir profesör (2019-2021) ve Münih Güzel Sanatlar Akademisi'nde misafir öğretim görevlisi (2015- 2016) olarak görev yapmıştır. Aynı zamanda 2015'ten beri Berlin Humboldt Üniversitesi Kültür Tarihi ve Teorisi Bölümü'nde ders vermektedir.
“Samo Tomsic üzerinde şimdiye dek uzlaşmaya varılamamış birden fazla alana eğilerek oldukça yeni çözümler üretiyor: Bunlardan ilki psikanalizle politika arasındaki, kritikle klinik arasındaki ilişkinin ne olabileceği şeklinde formüle edilebilir. Aslında bu çabanın başka bir versiyonu, ama tamamıyla Tomsic’in çabasından uzak bir biçimi, Freud’dan hemen sonraki kuşakta, Fenichel, Erich Fromm ve sonradan psikanalitik camiadan tamamıyla aforoz edilecek olan Reich gibi Freudcu-Marksistler tarafından ortaya konulmuştu. Onlar daha çok yabancılaşmanın ilga edilmesinin yeni türde bir özneye yol açacağı yönünde, biraz kestirme ve epeyce yüzeysel kaçan bir görüşe sahiptiler. Tomsic ise yabancılaşmanın öznenin en kalbindeki noktaya temas ettiğini, hatta onu kurduğunu tespit ederek işe başlıyor. Aslında bu görüş, “toplumsal olan”ın “bireysel olan” ile sahte bir karşıtlık içine sokulup, psikanalizin bir tür “psikoloji” olarak görülüp reddedildiği bağlamı da oluşturuyor. Tomsic psikanalize yönelik direncin, psikanalizin tam da özneyi ve toplumu kuran en kritik alana dokunduğu için örgütlü bir şekilde karşısına dikildiğini pek çok örnekle gösteriyor. Bunu “çalışma/emek” kavramını sorunsallaştırarak yapıyor, yani öznede bir tarafta “şahsi/psikolojik olan” diğer tarafta “nesnel/toplumsal olan” diye ayrıştırılabilecek bir şeyin olmadığını ya da bunu yaparsak kapitalizme direniş olanağını elimizden kaçıracağımızı iddia ediyor.”
Özgür Öğütcen
Elinizdeki bu kitap kapitalizme direnişin, kimlik politikalarının ötesine geçerek, nasıl örgütlenebileceğini ve bunu yaparken psikanalizin nasıl katkılar sunabileceğini eşi görülmedik bir biçimde ortaya koyuyor. Tomsic bu açıdan, Hegel, Marx, Freud ve Lacan’a uzanan çizgide yeni bir “özne teorisyeni” olarak görülebilir. Kapitalist Bilinçdışı'nın yazarından, arzu ile kapitalizm arasındaki kesişime dair, yeni bir libidinal ekonomi teorisi. Keyfin Emeği, Sloven filozof Samo Tomsic’in 2015 tarihli Kapitalist Bilinçdışı kitabında başladığı kapitalizm ve psikanaliz arasındaki bağlantıları keşfetmeye devam ettiği, onun eşsiz katkısını gözler önüne seren çok önemli bir çalışma. Bu yeni metinde Tomsic, özellikle Jean-François Lyotard tarafından önerilen arzu ve kapitalizm arasındaki kesişme noktası olan "libidinal ekonomi" kavramına odaklanarak ekonomi politiği tartışmak için psikanalizin belli başlı kavramlarını eleştirel bir şekilde gözden geçiriyor.
Marksist ve Freudcu-Lacancı düşünceyi Aristoteles ve Adam Smith’in felsefeleriyle karşılaştıran Tomsic, modernite çağında politik ve ekonomik teorinin narsisizmden ziyade yabancılaşmanın itici gücünü yansıtması gerektiğini öne sürüyor. Bunu akılda tutarak, Tomsic aynı zamanda emek ve direniş sorunlarını ve bunların geleneksel bir libidinal ekonomi anlayışında sundukları “psikanalitik çıkmazları” da analiz ediyor
Keyfin Emeği’nden Alıntılar
“Lacan’ın formülasyonunda ilginç olan şey, sorunsal egemenlik ilişkileri ve onlar tarafından sürdürülen sömürünün saklı kalacağı inancını reddetmesidir. Oradalar, göz önündeler, efendinin söylemi ne olduğunu veya ne istediğini saklamıyor. Saklı kalan şey sömürü ve keyif arasındaki bağlantı, keyif üretimi aracılığıyla egemenlik ilişkilerinin yeniden üretimidir. Eşitsizlik, adaletsizlik ve sömürüyü üreten toplumsal yapılar katı bir şekilde belirlenmiş öznel keyif tarzıyla kombine bir şekilde gelirler; dolayısıyla, keyif asla saf bir şekilde öznel (öznenin özel meselesi) veya iradi (öznenin özel seçimi) değildir. Görünüşteki özel keyiflerinde özneler sistem için çalışırlar. Böylece, psikanaliz güç-keyif sömürücü bağını açığa çıkarmıştır. Emek ve keyif arasındaki ilişkiye aşağıda birçok vesileyle geri döneceğim.
“Fransızca caché kelimesinin Latince etimolojisi söylem ve keyfin istemsiz ve müdahaleci özelliğine eleştirel bir bakışa elverir: coactus (kompulsiyon, zorlantı, sınırlanım, zorlama, baskı). Söz konusu saklı hakikat dolayısıyla söylemin temel bir özelliğini ilgilendirir: tekrarlama zorlantısı, dilbilimsel ve ekonomik yapıların kuvveti ve öznenin düşünceleri ve eylemleri üzerindeki belirleyici güçleri. Freudcu bilinçdışı kavramı konuşan varlıkta söylemin bu zorlantılı işlevselliğini teorize etmeyi amaçlamaktadır. Buna uygun olarak analitik klinik söylemsel zorlantının zarar verici sonuçlarıyla veya zorlantı olarak söylemle uğraşır. Burada psikanaliz sonradan kimlik politikası partizanları tarafından da üstlenilen ikinci dalga feminizmin ünlü sloganında önemli bir kırılma yaratır: “Kişisel olan politiktir.” Psikanaliz, bir politik grubu diğerinden ayıran pozitif bir öznel kimlikten yola çıkmak yerine, politik olana, söylemsel zorlantının sonucu olan evrensel bir hasarı açığa çıkararak dalar. Freud semptomda (veya daha genel olarak hastalıkta) klinik olgunun görünüşteki tekil özelliği ile egemen sosyoekonomik düzen veya kültürel koşulların sorunsal özellikleri arasında belli bir bağlantı kaydeder. Politik olan, artık evrensel özneliğin varsayımsal soyut bir figürü (aşkın özne, bilinç, homo oekonomicus, homo legalis, iletişim öznesi vb.) ya da belirli bir kimlik perspektifinden incelenmemektedir. Bu perspektiflerin her biri en nihayetinde keyfin söylemi olmayan bir söylem kurgusu içinde sıkışıp kalır. Bunun yerine, Freud ve Lacan özneliği, eleştirel ve klinik çalışmalarında bir toplumsal semptom statüsü edinen “hasarlanmış öznelik” bakış açısıyla incelerler. Lacan’ın bazen belirttiği gibi “bilinçdışı politiktir”. Bu öncelikle ve başlıca bilinçdışının öznesinin politikanın öznesi olarak tanınması gerektiği anlamına gelir. Psikanalitik klinik asla klinik olgunun tekilliğinde kapanmıyorsa ve onun yerine daima politik olan içinde açılmış durumdaysa, o zaman teorik ve pratik dersleri doğrudan doğruya tüm öznelerin ortak negatif zeminlerini ilgilendirir. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, Marx için bireyler, kapitalist üretim biçimini sürdüren soyutlamaların şahıslaşmaları, “ekonomik kategorilerin şahıslaşmaları, belirli sınıfsal ilişkilerin ve çıkarların taşıyıcıları” ise, Freud ve Lacan için aynı bireyler yapısal işlev bozukluğunun ve çelişkinin şahıslaşmalarıdır. Semptomları toplumsal çerçeveden asla kopuk değildir ve görünüşteki şahsi ızdırapları her zaman sosyoekonomik koşulların belli bir hakikatini dile getirir.”