Türklerin zihin dünyasında iki bin yıldır uzak ufuklara dair arzular dolaştı. Ordular yüzyıllardır doğuda gün doğusuna, batıda gün batısına, güneyde gün ortasına, kuzeyde gece ortasına doğru aktıkça bu arzular güçlü bir fetih ve önlenemez bir cihan hâkimiyeti ülküsüne dönüştü. Tuna’nın nereden aktığını, Dinyeper’in nereye döküldüğünü bilenler doğudan batıya zapt edemeyecekleri hiçbir ülkenin olmadığına inandılar. Yüzyıllar içinde uzak ufuklar yeni bir isim kazandı: Kızılelma. Bu defa süvariler kılıçları daima kuşanı
Türklerin zihin dünyasında iki bin yıldır uzak ufuklara dair arzular dolaştı. Ordular yüzyıllardır doğuda gün doğusuna, batıda gün batısına, güneyde gün ortasına, kuzeyde gece ortasına doğru aktıkça bu arzular güçlü bir fetih ve önlenemez bir cihan hâkimiyeti ülküsüne dönüştü. Tuna’nın nereden aktığını, Dinyeper’in nereye döküldüğünü bilenler doğudan batıya zapt edemeyecekleri hiçbir ülkenin olmadığına inandılar. Yüzyıllar içinde uzak ufuklar yeni bir isim kazandı: Kızılelma. Bu defa süvariler kılıçları daima kuşanılmış, atları daima eyerlenmiş halde hazır durdular; günü gelince “Kızılelma’ya dek gideriz!” diye yola çıktılar.
Gün olup devran döndü, uzak ufuklar bu defa Türkleri kendi kıskacına aldı. Kahraman akıncılar yorgun birer savaşçıya dönüşüp anayurda doğru çekildiler. Kızılelma yavaş yavaş dillerden düştü, zihinlerden silindi, bulanıklaştı. Yine de Türkler bu sihirli kelimeyi unutmadılar. Zamanın getirdiği bulanıklığın arasında “Kızılelma ne idi?” diye sordular önce. Sis perdesi aralanınca uzak ufuklara yeniden bakmaya başladılar ve Kızılelma’nın hayalden öte bir ülkü olduğunu hatırladılar.
Şimdilerde şu soru bütün gücüyle yeniden gündemde: “Kızılelma neresidir?”