Elinizdeki kitap, 20. yüzyılda tiranlıktan kaçan entelektüellerin simgesi haline gelen Stefan Zweig’ın alameti farikasını ortaya koyan iki öyküden oluşuyor. “Lyon’da Düğün”de (1927), Fransız Devrimi esnasında yaşanan bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Kurşuna dizilmeyi bekleyen tutuklular arasından bir çift, yıllar sonra birbirleriyle karşılaşırlar. Hapishane duvarlarını tırmalayan bir çığlık kısa süre sonra, son günlerini yaşayan insanların ölüm yokmuşçasına “umut”la tebessüm etmelerini sağlayacaktır. “Wondrak”ta (1914-1916) ise toplum tarafından dışlanmış Ruzena&rsq
Elinizdeki kitap, 20. yüzyılda tiranlıktan kaçan entelektüellerin simgesi haline gelen Stefan Zweig’ın alameti farikasını ortaya koyan iki öyküden oluşuyor. “Lyon’da Düğün”de (1927), Fransız Devrimi esnasında yaşanan bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Kurşuna dizilmeyi bekleyen tutuklular arasından bir çift, yıllar sonra birbirleriyle karşılaşırlar. Hapishane duvarlarını tırmalayan bir çığlık kısa süre sonra, son günlerini yaşayan insanların ölüm yokmuşçasına “umut”la tebessüm etmelerini sağlayacaktır. “Wondrak”ta (1914-1916) ise toplum tarafından dışlanmış Ruzena’nın biricik oğlu için verdiği mücadeleyi anlatır Zweig. İnsana dair en derin hisleri küçücük anlara sığdırdığı öykülerinde usta yazar, insanların sebep olduğu karanlığın başka insanların hayatına nasıl tesir ettiğini anlatıyor.
“Bu acıklı manzarayı her gün görmeye alışkın olan insanlar bu sefer bu tuhaf grubun geçişini şaşkınlıkla izlediler, çünkü en önde yürüyen o iki insan, genç bir subay ve başında çiçeklerden yapılmış gelin tacıyla bir kadın, öyle alışılmamış bir neşe ve neredeyse uhrevi bir mutluluk yayıyordu ki en duygusuz insanlar bile bunda çok gizli bir sırrın olduğunu hissedip derin bir saygı duyuyorlardı.”