‘Arka bahçemizdeki’ coğrafyada paramparça edilmiş, yakın bir zamanda katliamlara uğramış, ülkeleri darmadağın olmuş, vekâlet savaşlarına kurban edilmiş; vaktiyle bu coğrafyada yaşanan büyük göçleri yüzyıl sonra tekrar yaşamaya mahkûm ve mağdur edilmiş halklar kimlerdir?
Bizimle aynı dili konuşan akraba, dindaş hatta soydaş olan bu halkları; Arapları, Türkmenleri, Kürtleri nasıl bir gelecek bekliyor?
Ya bugün, Irak ve Suriye’nin belli bölgelerinde azınlık olarak yaşayan ama vaktiyle Osmanlı’da Millet-i Sâdıka olarak kabul edilen ve Müslüman olmayan halklar?
Elinizdeki kitap, bu ve benzeri sorulara cevap arıyor ve bin yıldır iç içe beraber yaşadığımız arka bahçemizdeki halkları/ mağdurları son yüzyıl içinde birbirlerini y
‘Arka bahçemizdeki’ coğrafyada paramparça edilmiş, yakın bir zamanda katliamlara uğramış, ülkeleri darmadağın olmuş, vekâlet savaşlarına kurban edilmiş; vaktiyle bu coğrafyada yaşanan büyük göçleri yüzyıl sonra tekrar yaşamaya mahkûm ve mağdur edilmiş halklar kimlerdir?
Bizimle aynı dili konuşan akraba, dindaş hatta soydaş olan bu halkları; Arapları, Türkmenleri, Kürtleri nasıl bir gelecek bekliyor?
Ya bugün, Irak ve Suriye’nin belli bölgelerinde azınlık olarak yaşayan ama vaktiyle Osmanlı’da Millet-i Sâdıka olarak kabul edilen ve Müslüman olmayan halklar?
Elinizdeki kitap, bu ve benzeri sorulara cevap arıyor ve bin yıldır iç içe beraber yaşadığımız arka bahçemizdeki halkları/ mağdurları son yüzyıl içinde birbirlerini yeniden keşfetmek arzusu içinde olan hissiyatları ve halleri üzerinden ele alıyor. Tarihi süreçlerin büyük siyasî depremler yaşattığı kırılma zamanlarında, siyasî tercihleri itibarıyla, düşman olmaya meyilli halklara birbirlerini tanıma ve bilme fırsatı sunuyor.
Orhan Miroğlu mağruriyetten mağduriyete dönüşen bir tarihi süreci, dünü ve bugünü ile Mezopotamya coğrafyasını anlatıyor ve okuru tarih içinde bir yolculuğa çıkarıyor.