“Hayatımda en büyük emelim ‘derin bir aşk romanı’ yazmaktı. On senedir böyle bir esere kaç defa başladım. Fakat hep birinci bölümde iflas ediyordum. Her şeyi eleştirmeye hazır yanım, görünmez bir profesör gibi içimden akseden hitabıyla homurdanmaya başlıyor, ‘Hey budala! Âşık Kerem devrinde miyiz?’ diyordu. Evet, Âşık Kerem devrinde yaşamıyordum. Fakat ruhlarıyla o devri yaşayanlar yok muydu?”
Ömer Seyfettin bu kitaptaki hikâyelerinde tam da bunu yapıyor. Aşka, evliliğe, cinselliğe dair yazmaya başlıyor fakat her seferinde tüm hayalleri kırmaya, görü
“Hayatımda en büyük emelim ‘derin bir aşk romanı’ yazmaktı. On senedir böyle bir esere kaç defa başladım. Fakat hep birinci bölümde iflas ediyordum. Her şeyi eleştirmeye hazır yanım, görünmez bir profesör gibi içimden akseden hitabıyla homurdanmaya başlıyor, ‘Hey budala! Âşık Kerem devrinde miyiz?’ diyordu. Evet, Âşık Kerem devrinde yaşamıyordum. Fakat ruhlarıyla o devri yaşayanlar yok muydu?”
Ömer Seyfettin bu kitaptaki hikâyelerinde tam da bunu yapıyor. Aşka, evliliğe, cinselliğe dair yazmaya başlıyor fakat her seferinde tüm hayalleri kırmaya, görünenin ardındakini bulmaya, hakikat zannedilenlerin altını oymaya meyyal yanı devreye giriyor. Evet, bu hikâyelerde “aşk eski bir yalan”... İlişkiler, evlilikler her açıdan sorgulanmaya, irdelenmeye muhtaç. Ömer Seyfettin kapkara mizahıyla zamanına ışık tutuyor.