Peter May’in Çin’de geçen heyecan verici romanı Ölüm Odası, Pekinli dedektif Li Yan ve Amerikalı patolog Margaret Campbell’ı üçüncü kez bir araya getiriyor.
Şanghay’da bir toplu mezarda on sekiz kadının parçalanmış cesedi bulununca Li, cesetlerin Pekin’deki çözülmemiş bir cinayetle bağlantılı olup olmadığını araştırmak için görevlendirilir ve birlikte çalışmak için Margaret’ı da göreve dahil eder. Margaret, Li’yle yaşadığı gelgitli ilişkiden ve bunun profesyonel işbirliklerini tehdit edip etmeyeceğinden emin değildir. Babasını toprağa
Peter May’in Çin’de geçen heyecan verici romanı Ölüm Odası, Pekinli dedektif Li Yan ve Amerikalı patolog Margaret Campbell’ı üçüncü kez bir araya getiriyor.
Şanghay’da bir toplu mezarda on sekiz kadının parçalanmış cesedi bulununca Li, cesetlerin Pekin’deki çözülmemiş bir cinayetle bağlantılı olup olmadığını araştırmak için görevlendirilir ve birlikte çalışmak için Margaret’ı da göreve dahil eder. Margaret, Li’yle yaşadığı gelgitli ilişkiden ve bunun profesyonel işbirliklerini tehdit edip etmeyeceğinden emin değildir. Babasını toprağa vermenin acısını henüz yaşamış Margaret, Şanghay’a vardığında Li’yle kurduğu ilişkinin Mei-Ling adındaki bir kadın tarafından tehdit edildiğini görür.
Çalıştıkları dosyadaki sır perdesi aralandıkça tüyler ürpertici bilgilere ulaşan üçlü, çok geçmeden insanlıkdışı şeyler yapan bir canavarın izini sürdüklerini anlar. Bu acımasız ve soğukkanlı katile yaklaştıkça, kendi kişisel kâbuslarını yaşamaya da bir o kadar yaklaşırlar.
Peter May Ölüm Odası’nda okuruna, tüyler ürpertici bir gerilimle modern Çin’in zekice çizilmiş portresini birleştirerek nefes kesen bir gerilim sunuyor.