"Büyükler bize yalan söylemişti. Whit bize yalan söylemişti. Babam... bana yalan söylemişti.Son yirmi dört saattir kalbim, aklımın kabullenemediği şeyi aslında biliyordu. Hepsi gerçeği biliyordu.
... hepsi yalansa, neye inanacaktım ki ben? Neyin hakikat neyin uydurma olduğuna dair en ufak bir fikrim kalmamıştı. Tüm çocukluğum boyunca beynim yıkanmıştı. Artık kendi başımaydım. Güvenecek kimsem yoktu."
Nükleer bir bombanın tüm dünyayı yok ettiği Üçüncü Dünya Savaşı'ndan kaçmayı başaran bir grup insan, Alaska'nın balta girmemiş ormanlarında kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardı. Son otuz yıldır, dış dünyada hâlâ yaşıyor olabilecek tüm insanlardan saklanarak doğayla iç içe bir yaşam sürdürmüşlerdi.
En azından tüm hayatı boyunca Juneau'ya anlatılan gerçek buydu.
Juneau bir gün avdan döndüğünde tüm klanının kaçırılmış olduğunu görür ve onları kurtarmak için yola çıkar. Hayatında ilk defa yaşadığı bölgenin sınırları dışına çıkan Juneau, korkutucu bir gerçekle karşı karşıya kalır: Üçüncü Dünya Savaşı hiç yaşanmamış, şehirler yok olmamıştır ve dünya yerli yerinde durmaktadır. Ona anlatılan her şey koca bir yalandan ibarettir.
Yaşadığı bu büyük şokun ardından Juneau şimdi varlığından bihaber olduğu bu modern dünyada kendini kaybetmiş bir halde savrulup durur. Ailesini ve arkadaşlarını kurtarmak için bir yol bulmaya çalışırken, Juneau'nun geçmişi hakkındaki olağanüstü gerçeği bilen bir kişi de onun peşindedir.