Modern edebiyatın en çetrefil, dilin, anlatının sınırlarını yıkıp geçen, roman türünü bambaşka ihtimallerle tanıştıran yazarı James Joyce için, Beckett “onun eserleri şeyle ilgili değil, o şeyin ta kendisidir,” der. Jorge Luis Borges, Flann O’Brien, David Foster Wallace ve başka sayısız yazarı etkileyen Joyce, sadece Dublin’i ve İrlanda’yı anlatarak evrensel ve zamansız bir edebiyat bıraktı ardında.
Joyce, 1918’de yayımlanan üç perdelik oyunu Sürgünler’de ne kadar uzağa gidilirse gidilsin geride bırakılamayanları anlatıyor. Bir yazar olan Richard, eşi Bertha’yla beraber
Modern edebiyatın en çetrefil, dilin, anlatının sınırlarını yıkıp geçen, roman türünü bambaşka ihtimallerle tanıştıran yazarı James Joyce için, Beckett “onun eserleri şeyle ilgili değil, o şeyin ta kendisidir,” der. Jorge Luis Borges, Flann O’Brien, David Foster Wallace ve başka sayısız yazarı etkileyen Joyce, sadece Dublin’i ve İrlanda’yı anlatarak evrensel ve zamansız bir edebiyat bıraktı ardında.
Joyce, 1918’de yayımlanan üç perdelik oyunu Sürgünler’de ne kadar uzağa gidilirse gidilsin geride bırakılamayanları anlatıyor. Bir yazar olan Richard, eşi Bertha’yla beraber uzun zaman önce gittiği Roma’dan İrlanda’ya geri döner. Artık başarılı bir gazeteci olan eski dostu Robert’la ve eski aşkı Beatrice’le buluşur. Geçmişte konuşulmayan hisler açığa çıktıkça hepsinin ilişkileri kördüğüme döner. Sahnelenemeden yayımlanan, İngiltere’de salon bulunamadığı için galası Münih’te yapılan, daha sonra en kayda değer prodüksiyonu 1970’te Harold Pinter tarafından gerçekleştirilen Sürgünler girift bir aşk hikâyesi.
“Sürgünler’i sahnelemeye giriştiğin için çok cesursun.” –Samuel Beckett, Harold Pinter’a mektubundan
“Lisanda ışıltı taşıyan şeyi, kelimelerin güzelliğini ve coşkusunu bana hissettiren o şeyi görmeyi, her sözcüğün bir hayata ve tarihe sahip olduğunu algılamayı Joyce vasıtasıyla öğrendim.” –Don DeLillo