Bir apartman dairesinin duvarları arasında, bir zamanlar çevirmen olan taze anne, eski kimliğinden kopmanın ezici duygusuyla mücadele eder. Lohusalık günlerini dört duvar arasına sıkışmış halde, üstü başı süt lekeleriyle dolu, uykusuz, yeni yaşamına alışmaya çalışarak geçirir. Çocuğunu koruma içgüdüsüyle ona zarar verme düşünceleri arasında gidip gelerek korkunç bir çatışma yaşarken tek başına sırtlanmak zorunda kaldığı annelik görevlerinin acımasız talepleri arasında benliğini yitirir. Roman boyunca asla adlandırılmayan ana karakterin hasta komşusuyla olan kırılgan bağlantısı, mücadelesinde de kı
Bir apartman dairesinin duvarları arasında, bir zamanlar çevirmen olan taze anne, eski kimliğinden kopmanın ezici duygusuyla mücadele eder. Lohusalık günlerini dört duvar arasına sıkışmış halde, üstü başı süt lekeleriyle dolu, uykusuz, yeni yaşamına alışmaya çalışarak geçirir. Çocuğunu koruma içgüdüsüyle ona zarar verme düşünceleri arasında gidip gelerek korkunç bir çatışma yaşarken tek başına sırtlanmak zorunda kaldığı annelik görevlerinin acımasız talepleri arasında benliğini yitirir. Roman boyunca asla adlandırılmayan ana karakterin hasta komşusuyla olan kırılgan bağlantısı, mücadelesinde de kırılgan fakat zaruri bir can simidi haline gelir.
Szilvia Molnar’ın Süt Lekesi adlı romanı okuru, doğum sonrası depresyonun derinliklerinde ürkütücü bir keşfe davet ediyor. Molnar çekinmeden kaleme aldığı metinde, annelik umutsuzluğunun psikolojik uçurumuna dalarak bu içsel yolculuğu ustalıkla tasvir ediyor. Hikâye ilerledikçe Molnar, izolasyonun ve varoluşsal çözülmenin ürkütücü bir portresini çiziyor. Yazarın içten fakat karanlık anlatımı, annelik deneyiminin karmaşıklığına ışık tutarak okurları kendine bağlıyor ve okura insan zihnine yolculuk etme, anneliğin ve belki de insanlığın en doğal ve çıplak halini görme ve okudukları ışığında kendi çıkarımlarını yapma fırsatını sunuyor. Peki siz, bu benlik labirentine adım atmaya hazır mısınız?
“Molnar’ın kitabı oldukça korkusuz ve yer yer Sylvia Plath’in çekincesiz şiirlerini anımsatıyor. [...] Bu eser, gaddar ama içten bir ihtiyatla anneleri ve kadınları kucaklıyor.”
Atlantic