“… İlk yas, anneden koparak anneyi ve kendini tanıma süreci, dünyaya atılmış ilk kancadır. (…) Özellikle çocukluk döneminde, dünyanın bir kez kopuşuna boyun eğdiğimiz, orada, ötede ve öteki oluşuna katlandığımız sevgilileri alıp gitmesi durumunda geride kalan: ilk kancaya tutunmaktır. Yastır. Elinden kayıp gidenin öteki olduğunu görmek ve yine de o parçanın sen olduğunu bilmek... Her sahiplenme çabası, bir uzaklaşma, ötekiliği perçinleme sürecidir de. Bu yüzden tüm sahiplenme biçimleri şiddet yüklüdür. Korunma ve kollanmayı vaat eden bir erki üstlenir. Şiddeti barındırmay
“… İlk yas, anneden koparak anneyi ve kendini tanıma süreci, dünyaya atılmış ilk kancadır. (…) Özellikle çocukluk döneminde, dünyanın bir kez kopuşuna boyun eğdiğimiz, orada, ötede ve öteki oluşuna katlandığımız sevgilileri alıp gitmesi durumunda geride kalan: ilk kancaya tutunmaktır. Yastır. Elinden kayıp gidenin öteki olduğunu görmek ve yine de o parçanın sen olduğunu bilmek... Her sahiplenme çabası, bir uzaklaşma, ötekiliği perçinleme sürecidir de. Bu yüzden tüm sahiplenme biçimleri şiddet yüklüdür. Korunma ve kollanmayı vaat eden bir erki üstlenir. Şiddeti barındırmayan sevgi ya da zulmü barındırmayan mazlumluk var mıdır? Aşk, kökensel şiddetin –dünyaya düşüşün– diyalektik bütünleyicisidir ve ehlileştirilmiş ruhsallık ile aşksız bir hayata boyun eğiş, işte, belki de aynı şeydir.”
Cemal Dindar bu psikobiyografisinde yalnız kendisinin değil, bir ailenin, hatta bir halkın yaslarını sırtlanmak zorunda kalmış bir çocuğun bu yası şiire dönüştürme serüvenini, yas-içinde göçebelik halini, yasın erosa dönüştürülme mücadelesini anlatıyor.