Aşkla doğar Teo, mavinin yeşille buluştuğu, güneşin dalgalarla öpüştüğü bir sahil şehrinde. O dört yaşındayken amansız hastalığa tutulduğunda, anne babası ve kız kardeşleri korkuya değil, eşi az bulunur sevgi ve fedakârlığa sarılırlar. Hepsinin gözbebeği olan Teo ise bir ömür sürecek acılarını, ıstırabını; içinde taşıdığı olgun ruh aracılığıyla bambaşka bir boyuta, yaşam aşkına ve sanata dönüştürür. Bedenen, ruhen yaşadığı her duyguyu çizgilerde ve renklerde anlatır. Kimsenin bilmediği diğer hayatının esintilerini nakşeder resimlerinde.
Umudu henüz küçücükken
Aşkla doğar Teo, mavinin yeşille buluştuğu, güneşin dalgalarla öpüştüğü bir sahil şehrinde. O dört yaşındayken amansız hastalığa tutulduğunda, anne babası ve kız kardeşleri korkuya değil, eşi az bulunur sevgi ve fedakârlığa sarılırlar. Hepsinin gözbebeği olan Teo ise bir ömür sürecek acılarını, ıstırabını; içinde taşıdığı olgun ruh aracılığıyla bambaşka bir boyuta, yaşam aşkına ve sanata dönüştürür. Bedenen, ruhen yaşadığı her duyguyu çizgilerde ve renklerde anlatır. Kimsenin bilmediği diğer hayatının esintilerini nakşeder resimlerinde.
Umudu henüz küçücükken çalınmış bir çocuk nasıl olur da böylesine umutla yaşayabilir? Bir aile “son”a karşı nasıl bu kadar büyük bir sevgiyle kavga verebilir? Bu dünya yaşamı, tek yaşamımız mıdır?
Bunları anlatıyor Teo... Ve bizlerin, ruhu olan insanlar değil, insan bedeninde tecrübe kazanan ruhani yaratıklar olduğumuzu… Ölüm değil, hep yeniden kavuşma, yeniden bir keşfediş var yaşamın ucunda.
“Ama biliyor musun, sana en yakın meleğin kimdi? Seni en çok kucaklayan, kollarına alıp uyutan, sen ağrılarından sıyrılıp derin uykuya gidene kadar yanında uzanıp bekleyen, sen daldığında da nefesini dinleyerek gecelerini uykusuz geçiren... Annen...”