Burada "ölçme" ile kastedilen, pozitivist bilimin 20. yüzyıl başındaki prestijinden yararlanarak insan kafatasının, kemiklerinin, alın açıklığının ve benzeri beden parçalarının ölçülmesi ve Türkiye Cumhuriyeti´nin kuruluş yıllarında bu bilimkurgusal antropolojinin "bilimselliğine" dayanarak "ırkın" bir gerçek sayılması, gerçekmişcesine kullanılmasıdır. Hiç bir insanın ayağına tam gelmeyen, masal kahramanlarına yaraşır, camdan bir ayakkabıdır bu tasarı. Ama bu debdebeli fantastik ayakkabı (ölçü) bir işe yaramıştır: Batı ile onun terimleriyle aşık atabilmek, Batı karşısında "ezeli ve ebedi bir millet" olarak rüştünü kanıtlamak, içerde ise birilerini aşağılamak, etnik ve dilsel çeşitliliği homojen bir kalıba dökmek... Bu ölçme tutkusunun giderek kimin daha Türk, ya da kimin daha vatansever olduğu yargılarına vardığını biliyoruz.
Nazan Maksudyan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun "vatandaşlık" temelinde olduğu iddiasının sadece kağıt üzerinde kaldığını, çünkü ırkçılığın Türk milliyetçiliğine sonradan dahil olmuş, onu bozunduran bir sapma ya da istisna olmadığını, tersine, Türk milliyetçiliğinde daha en baştan güçlü ırkçı tonlar bulunduğunu düşünüyor. İncelemesine konu aldığı Türk Antropoloji Mecmuası´nın devlet destekli bir girişim olarak bunun özel bir örneği ve kanıtı olduğunu gösteriyor.
Türkiye´de ırkçılığı belli bir siyasi çevreyle ve ırkçı edimlerle sınırlayan, ırkçılığın hiçbir zaman –örneğin Avrupa´daki gibi– teorik ve ideolojik bir temele sahip olmadığını varsayan yaygın bir anlayış var. Bu anlayış milli kimliğin kuruluşunda "ırk" kavramının oynadığı temel rolü görmezden geldiği, ya da küçümsediği için Cumhuriyet tarihi boyunca ortaya çıkan çeşitli sonuçları bununla ilişkilendirmekte de güçlük çekiyor. Bu incelemeyi, tarihteki belli bir dönemin aydınlatılması için olduğu kadar, oradan günümüze miras kalmış belirli zorluklara farklı bakılabilmesine olanak sağlayacak önemli bir katkı olarak yayımlıyoruz.