…Yüzü elleri kadar güzel olmasaydı kimse tanımazdı ki. Zeynel’i görmek herkese nail olmazdı. Gözleri, iki heybetli ırmağın söküp getirdiği dalların, budakların ve sürgülerin arasında beklerdi her daim. Omuzlarından, kanatlarını gökyüzüne açmış kartalların heybetiyle süzülürdü. Değirmenlerin taşları arasında öğütülmüş hasadın tadında kokardı bedeni. Dudakları açmış ayçiçeği, yüzü tütün sarısıydı Zeynel-i Talo’nun. Bedeni uzayıp giden yollardı, ağustos güneşini toplardı her mevsim. Kasırgaların içinden sapasağlam çıkmış kocaman bir ev, yangınların arasında
…Yüzü elleri kadar güzel olmasaydı kimse tanımazdı ki. Zeynel’i görmek herkese nail olmazdı. Gözleri, iki heybetli ırmağın söküp getirdiği dalların, budakların ve sürgülerin arasında beklerdi her daim. Omuzlarından, kanatlarını gökyüzüne açmış kartalların heybetiyle süzülürdü. Değirmenlerin taşları arasında öğütülmüş hasadın tadında kokardı bedeni. Dudakları açmış ayçiçeği, yüzü tütün sarısıydı Zeynel-i Talo’nun. Bedeni uzayıp giden yollardı, ağustos güneşini toplardı her mevsim. Kasırgaların içinden sapasağlam çıkmış kocaman bir ev, yangınların arasında dehşet saçan bir fırtınaydı varlığı. Başını sallayıp, içinden türkü mırıldaması sevincindendi. Kavuşmak en haşin, en bıçkın mevsiminin koynunda saklanmak, en ulaşılmaz yollarda heba olmaktı da Zeynel’e kavuşmak kimseye nasip olmazdı. Onun ruhu insan eliyle pusu kurulmamış mekânlarda azat edilmişti. Bu ağır ve yorgun havayı, bu içini meşine saklamış mevsimi sevmesi ondandı. Güneşin, don tutmuş kara bir ok gibi saplandığı ceylan derisi potinlerinde kırlangıç ötüşlerini gizlediği bir günde gelmişti Gortegül’e. O geldiğinde, yerin altına yuva kurmuş köstebekler adımlarının heybetinde gövdelerine sinmiş, tarla fareleri toprağın altında, dipsiz karanlıklara saklanmış, tavşanlar ırmakların kuytularına kaçmış, evlerin bacalarında mahmur uykulara dalmış güvercinler sağa sola kanatlanıp uçmuşlardı.
İnsan için Zeynel’in gelmeleri, tepeden tırnağa sevgi ve aşka bulanmaktı. Sabırsızlıkla beklenen bu ziyaretçi, ebedî ve kudretli zamandan gelerek onların mihmanı olurken, bu en güzel anı yaşayan Gortegüllüler, Zeynel’in destanında kahraman oluyorlardı. Çağların en yiğit insanı Zeynel’in yanı başında, huzurun ve mutluluğun ateşinde kavrulup kendileri oluyorlardı. Gün boyu Zeynel ile buluşmalarında, en değerli zaferlerin tadını çıkarırlardı. Kaybedilmiş harplerin, dehşetli kavgaların içine ansızın dalarak, ateşten çemberlerin içinden çıkan, dağın taşın, kurdun kuşun tanıdığı Zeynel’in korku bilmez, boyun eğmez cengâverliğine hayrandılar. Onu bir defa olsun görmek için neyi varsa feda edenlerin arayıp bulamadıkları Zeynel’di. Dört bir tarafa namı yayılmış, Hamidiyelerin baş belası, kökü kazılası, kanlı yarasıydı. Herkes Zeynel’i anlatıyor, ondan bahsediyordu. Onu bilenlerin bildiklerinin az, bilmeyenlerin ise bilmediklerinin fazla geldiği, nurlu cemalin, heybetli endamın, şimşekli edanın, fişekli nazarın insanı Zeynel’di. Görenlerin, kıskançlığından ve hasetliğinden öldüğü Zeynel’di.