Soğuk bir Mart günü, Haydarpaşa Limanı’ndan zamansız bir gemi kalkıyor. Bir devr-i âlem üzerine çekilmiş perde, onun varlığı ile yırtılıyor. İpekten bir sicim, incecik; uçsuz bucaksız deryada bir seyyah; ismi, Cordoba…
O, derin ufkunu, bin yıldan eski bir harita ile belirliyor; engin denizler, uzak iklimler, keşfedilmemiş topraklar, uzun yollar ve yıllar. Nice karanlık gecenin üzerini bir yorgan gibi örttüğü kadim sırlar. Sonra bir şark gecesi, bir garb ateşi ve bir Mağrib Güneşi…
Cordoba, ufkunu ‘El-Kadîm’ ile belirliyor:
“Artık gerçek diye bildiğin her şeyi unutmalısın. Orada okyanus
Soğuk bir Mart günü, Haydarpaşa Limanı’ndan zamansız bir gemi kalkıyor. Bir devr-i âlem üzerine çekilmiş perde, onun varlığı ile yırtılıyor. İpekten bir sicim, incecik; uçsuz bucaksız deryada bir seyyah; ismi, Cordoba…
O, derin ufkunu, bin yıldan eski bir harita ile belirliyor; engin denizler, uzak iklimler, keşfedilmemiş topraklar, uzun yollar ve yıllar. Nice karanlık gecenin üzerini bir yorgan gibi örttüğü kadim sırlar. Sonra bir şark gecesi, bir garb ateşi ve bir Mağrib Güneşi…
Cordoba, ufkunu ‘El-Kadîm’ ile belirliyor:
“Artık gerçek diye bildiğin her şeyi unutmalısın. Orada okyanus semâ eder; Râbbine hâmd ve şükür eder. Tadı tatlı bir su, en dipten çıkar, yüzeye kadar ilerler. Bir oluktur ki içine giren ya delirir ya sevinir! Yerde balıklar, gökte kuşlar, bu semâya hayret eder. Allah her şeye kâdirdir; üzerinden giden mâğribden çıkar, altından giden şimâlden…”